Zamanın birinde bir Keloğlan varmış... Ailecek çiftçilikle meşgul olurlarmış. Nohut ekme mevsimi gelmiş.
Keloğlan anasına giderek:
— Ana, herkes nohudunu ekiyor; biz de ekelim, demiş.
Anası:
— Tamam, oğul, demiş.
Bunun üzerine Keloğlan:
— Ana el nohudunu ıslatarak ekiyor, biz de ıslatalım olmaz mı? Diye sormuş. Anası buna da razı gelmiş.
Keloğlan sonraki gün gelmiş:
— Ana, herkes nohudunu kavuruyor da ekiyor, biz de öyle ekelim, demiş.
Anası:
— Peki demiş, nohutları kavurmuş.
Torbalara doldurarak eşeğe yükletmiş.
Keloğlan, eşeği ve sapanı alarak yola çıkmış...
Tarlaya gelinceye kadar nohutları yemiş, bitirmiş. Sapanla tarlayı sürmüş, akşam olunca eve gelmiş. Anası sormuş:
— Oğul nohutları ektin mi?
Kel hiç bozuntuya vermeden:
— Ektim ana! Diye cevap vermiş.
Aradan belli bir zaman geçince Keloğlan ile anası tarlaya nohut yolmaya gitmişler. Kadın, tarlaya varınca bir de bakmış ki, ne nohut var, ne de bir şey... Keloğlan’a sormuş:
— Hani oğul, nohutlar nerede?
Keloğlan bir şeyden haberi yokmuş gibi:
— Ekmiştim ana... Çıkmamış, demiş.
Anası doğruca eve gitmiş. Keloğlan da tarlanın kenarındaki yola saparak ağlaya ağlaya yürümeğe başlamış. Karşısına bir dev çıkmış:
— Ne ağlıyorsun Keloğlan? Diye sormuş.
O da:
— Şu tarlaya nohut ekmiştim... Çıkmadı da ona ağlıyorum, diye cevap vermiş. Dev, Kel’in haline acımış, ona:
— Al şu eşeği “pisle eşeğim pisle”, de! Zengin olacaksın, demiş. Keloğlan sevinmiş, devin söylediklerini yapmış:
— Pisle eşeğim, pisle! Demiş. Eşek yere altınları doldurmuş. Keloğlan altınları görünce, birdenbire şaşırmış. Eşeği ve altınları alarak doğruca eve gitmiş.
Anasına:
— Ana, şu eşeği al, ben dışarı diyorum, sen:
“pisle eşeğim pisle” de, demiş, gitmiş.
Anası bir şey bilmediği için, oğlunun dediğini yapmış. Yerde altınları görünce, aklı basından gitmiş, sevincinden deli gibi olmuş. O arada oğlu gelmiş, ikisi birden çok sevinmişler.
Evde odunları yokmuş. Keloğlan bir oduncu tutarak eşeği ona teslim etmiş:
— Sakın eşeğe “pisle” deme! Sonra ölür, demiş.
Baltayı da eline vererek önden göndermiş. Oduncu, Keloğlan’ın söylediğini merak etmiş ve “ne olursa olsun” diyerek, eşeğe:
— Pisle eşeğim, pisle! Demiş.
Eşek tabii yere altınları doldurmuş. Oduncu bunları görünce, şaşkına dönmüş. Hemen başka bir eşek bulmuş, kestiği odunları ona yükleyerek Keloğlan’a götürmüş, odunlarla eşeği teslim etmiş.
Keloğlan, gene bir gün ahırda eşeğe:
— Pisle eşeğim, pisle! Demiş. Fakat hayvan altın yerine gerçekten pislemiş. Kel, hemen oduncunun yanma koşmuş:
— Sen benim eşeğimi değiştirmişsin, nerede ise şimdi bul getir, demiş.
Oduncu, Keloğlan’a kuvvetli bir tokat vurmuş. O da ağlaya ağlaya eve gelmiş.
Sabahleyin kalkmış, tarlanın kenarındaki yola giderek ağlamaya başlamış. Dev gene gelmiş:
— Neye ağlıyorsun Keloğlan? Diye sormuş, o da hiç düşünmeden:
— Tarlama nohut ekmiştim, çıkmadı, ona ağlıyorum, demiş. Bu sefer dev:
— Al şu mendili, “açıl mendilim, açıl” de! Diye tembihlemiş.
Keloğlan mendili alarak geriye dönmüş, yolda:
— Açıl mendilim, açıl! Demiş.
Mendilden çeşit çeşit yemekler saçılmış. Keloğlan yemekleri ve mendili toplayarak evine gitmiş. Annesine mendili vermiş:
— Ana ben sokağa gidiyorum, bu mendile: “açıl mendilim, açıl” de! Bak ne göreceksin, demiş.
Anası Keloğlan gittikten sonra:
— Açıl mendilim, açıl! Demiş. Ortaya yemekler saçılmış. Kadın, oğlu gelince, boynuna sarılmış:
— Oğlum, artık çalışmak istemez, her şeyimiz var, demiş.
Ertesi günü bütün komşuları, mahalleliyi yemeğe davet etmişler.
Yemek yetişmemiş, Keloğlan:
— Açıl mendilim, açıl, deyince ortaya yemekler dolmuş. Herkes bol bol yemiş. Yalnız birisi gizlice mendili çalmış, onun yerine de başka bir mendil koymuş.
Misafirler gittikten birkaç gün sonra, Keloğlan mendili almış:
— Açıl mendil, açıl! Demiş.
Fakat mendil ne açılmış, ne de yemek saçılmış. Keloğlan komşulara giderek mendilini aramış. Herkes:
— Bizde mendil falan yok, diye cevap vermiş.
Zavallı Keloğlan, gene ağlamağa başlamış... Ağlaya ağlaya o yola gitmiş.
Karşısına gene dev çıkmış. Her zamanki gibi:
— Ne ağlıyorsun Keloğlan? Diye sormuş, Keloğlan’da:
— Şu tarlaya nohut ekmiştim, çıkmadı, diye cevap vermiş.
Dev bu sefer fena halde kızmış:
— Eşeği ne yaptın? Demiş. Kel:
— Çaldırdım, demiş.
— Mendili nereye koydun? Diye sormuş.
Keloğlan:
— Onu da çaldılar... Cevabını vermiş. Bunun üzerine dev, Keloğlan’a bir tokmak vererek:
— Bunu al, “dön tokmağım, dön!” de, diye tembih etmiş.
Keloğlan yolda giderken:
— Dön tokmağım, dön! Demiş. Tokmak, Keloğlan’ın kafasına adamakıllı vurmuş. Kel eve gelmiş. Aynı şeyi annesine de söylemiş. Kadıncağızın kafası hurdahaş olmuş. Derken, Keloğlan tokmağı almış, eşeğini çalan adama gitmiş:
— Benim eşeği ver, demiş.
Adam Keloğlan’a bir tokat daha vurmuş. Kel, buna çok kızmış, hemen:
— Dön tokmağım dön! Demiş.
Tokmak başlamış adamın kafasına vurmağa... Adamın kafası kan içinde kalınca:
— Aman Keloğlan, yeter, al eşeğini! Demiş, eşeğini vermiş.
Keloğlan eşeği eve götürüp bırakmış. Sonra mendili alan adama gitmiş:
— Bana bak ağa, benim mendili ver! Demiş.
Bu adam da Kel’i kovmuş:
— Haydi, git oradan, ben senin mendilini filân almadım! Demiş.
Kel de:
— Dön tokmağım, dön! Demiş.
Tokmak adamın kafasını delik deşik etmiş. Zavallı ağa, neye uğradığını anlayamamış, şaşkın bir halde:
— Aman Keloğlan, yeter! Al mendilini! Demiş, Kelin mendilini vermiş.
Keloğlan, mendili alınca eve gelmiş. Annesi çok sevinmiş. Yemişler, içmişler, zengin olmuşlar, muratlarına ermişler...