Memleketin padişahının hiç çocuğu olmamış. Çocuğu olmayınca başka bir ülkenin padişahının Abu Güneş isminde bir kızı varmış. Onu istettiriyor. Oda vermeyince artık işi zora koşuyor. Padişah öbür padişahın memleketine savaş açıyor. Yenersem bu kızı alırım hesabıyla savaş açıyor. Yeniliyor. Yenilince ardına bakıp dönüyor, geliyor. Birçok da adam, asker kırılıyor. En sonunda bu Abu Güneş ismini yasak ediyor.
Kim Abu Güneş adını anarsa kellesini kestiririm der. Tellal çağırttırıyor. Abu Güneş'in bir şeyini bulup bir kolayını bulup resmini alıp odasının birine kilitliyor. Anahtarınıda saklıyor. Arada bir açar bu Abu Güneş'in resmine bakarmış. Bununla gönlünü avuturmuş. Padişaha vezirler diyor ki: “Bir gün padişahım evlenemedin. Bir padişah kızı alamadın. O küçük insanların da kızını almıyon.” Baş vezir diyor: “Gel senle şu Allah'ı bir aramaya gidek. Ayağımıza bir tane incesinden demir çarık yaptırak. Demir çarıkları giyek. Senle Allah'ı aramaya gidek. Allah'a da derdini anlat.” diyor. Hanım sultanlar diyor ki: “Padişah, vezir Allah aramayan bulunmaz. Siz çocuk musunuz? Allah nerde ararsan orda.” dediyseler de “Biz Allah'ı aramaya gideceğik diyorlar. Bunlar tebdil-i kıyafet olup padişah olduğunu kimse bilmeyecek şekilde tebdil-i kıyafet olup birde üzerlerine öyleye kadar gittikten sonra acıkınca yiyecek yani eski tabirle azık alıyorlar. Yola çıkıyorlar. Hanım Sultanlar bunlara gülüyor.” “Şimdi akşama kadar geri dönersiniz. Şora varınca yorulursunuz. Siz yola mı gidersiniz. Ayağınızda demir çarıklan.” diye bunlara gülüyorlar. Bunlar yola çıkıyor. Öğle vaktine kadar gidiyorlar. Bunlar yoruluyor. Bir pınarın başına varıyorlar. Orda yemeklerini yiyorlar. Öğle namazlarını da kılıyorlar. Orda dinlenirkene bir pir ihtiyar geliyor. Bunlara: “Selamün aleyküm padişahlan vezir.” diyor. Adamlar şöyle bakıyorlar: “Yav tedbil-i kıyafetle bu ihtiyar ne bildi bizi. Padişahla vezir olduğumuz. Kardeşim ne bildin sen bizim padişahla vezir olduğumuzu?” “Ben sizin nereye gittiğinizi de biliyom.” dedi. “Nereye gidiyoz biz?” diyor. “Siz Allah'ı arama gidiyonuz. Padişahın çocuğu olmuyor Allah'ı aramaya gidiyonuz. Allah aramayan bulunmaz. Allah'ı nerde ararsan orda.” diyor. “Ben size bir iyilik edim gardaş.” diyo. Cebinden bir elma çıkarıyo. “Gardaş bu al götür. Bunu ter temzi soy kabuğunu küheylan kısrağına yedir. Elmayı da ortadan böl yarısını hanımına yedir yarısını da sen ye, inşallah çocuğunuz olur.” diyor. “Hemi de inşallah nur topu gibi bir oğlun olur. Kısrağıda bir küheylan at doğurur.” diyor. “İnşallah vezir senin de hanımın bir tane çocuk doğurur.” diyor. Adam elmayı verip gözden kayboluyor.
Ulan adam Hızır (a.s.) Adamın saflığı, adamların saflığı cenabı Allah'ın hoşuna gidiyor. Hızır (a.s.) gönderiyor. Onlara git böyle şöyle yap diye Hızır (a.s.)'da bunların imdadına ulaştırıyor. Adamlar geri dönüp akşam üstü eve geliyorlar hanımlar yolda hazır bekliyorlarmış: “Biz size demedik mi şimdi gidip gelirsiniz, dönersiniz. Siz nereye gidebilirsiniz.” diyorlar. Neyse akşam oluyor. Padişah elmayı çıkarıyor cebinden. Bismillahhirrahmanirrahim deyip soyup eliyle götürüp küheylan gısrağına yediriyor. Elmanın kabuğu. Elmayı ortadan bölüyor yarısını gendi yiyo yarısını da hanım sultana yediriyor. O günden sonra Hanım Sultan hamile kalıyor. Küheylan gısrağı hamile kalıyor. Tabi bunlar gününü bekliyorlar. Günü doluyor. Hanım Sultan bir oğlan çocuğu doğuruyor. Tabi at on iki ayda doğurur. Üç ay sonra da kısrak bir küheylan at doğuruyor. Yalnız diyor ki o ihtiyar: “Ben gelmeyince bu çocuğun adını koyma ha. Adını oymaya ben gelecem.” diyor. “Tamam.” diyor padişah. Çocuk bir yaş, iki yaş, üç yaş, beş yaş okul zamanı geliyor. Tabi şimdiki gibi okul değil o zaman. Medrese okulu; her türlü dini bilgi, kılıç kuşanma, ok atma onları öğreniyor. O zamanın tahsilini görmeye başlıyor. Okul arkadaşları çocuğa adsız, adsız derlermiş çocuğun adı olmadığı için. Çocuk bir gün diyor ki: “Baba benim adım niye yok. Benim adımı vur baba.” diyor. Vezirler toplanıyorlar. “Efendim bu çocuğun adını gel koyak. Bir merasim yapak sana yakışır şekilde. Bu çocuğun adını oyak.” diyorlar. “Tamam.” diyor padişah. Veziri, ileri gelenler bir tören yapıyorlar. Din adamı çağırıyorlar çocuğun adını koymaya. Hoca çocuğu eline alıp kulağa ezanı okuyunca, adını vuracağı zaman, hemen ihtiyar ortaya çıkıyor. “Durun! Ben sana demedim mi padişah ben gelince adını koyma demedim mi?” diyor. “Çocuğu ver bana.” diyor. Hocaya ihtiyar. Çocuğu alıyor eline. Şöyle bakıyor çocuğa. “Ne bakıyon mayıl mayıl?” diyor. Adam öyle diyor. Kayboluyor. “Ulan adımı da vurmadan gitti arkadaş. Hocaya bak hele, şu ihtiyara bak.” Vezir diyor ki: “Adını vurdu işte gardaşım adını vurdu. Adı ne bakıyon mayıl mayıl. İşte mayıl koydu.” Bunun üzerine çocuğun adı vuruluyor. Hızır (a.s.) kayboluyor. Çocuğun adı Mayıl kalıyor.
Adı kaldı Mayıl Bey. Mayıl Bey geldi, Mayıl Bey gitti. Mayıl artık serpiliyor büyüyor. 15 yaşını geçiyor. Artık delikanlı oluyor. Her şeyi öğrenmiş. Ok atmasını, kılıç kuşanmasını, cirit atmasını, ata binmesini her türlü tahsilini görmüş. İşte bu Mayılı evericiler. Hiç bir kız beğenmiyor Mayıl. Bu arada Mayıl'ın bir süt ninesi varmış. Süt ninesinin bu Abu Güneş'ten, fotoğraftan haberi olmuş. Mayıl'a diyor ki: “Bir gün baban ne kadar harbetti ne kadar asker kırdırdı. Para harcadı, falan memleketin padişahının kızını Abu Güneş'i alamadı. Şimdi ise birinin yardımıylan resmini aldı. Odasının birinde saklı. Ben o odanın anahtarının yerini biliyom. Sana onu veririm. Aç gör. Anca sana o lâyıktır. Anca sana Abu Güneş lâyık.” diyor. Bey Mayıl anahtarı alıyor. Kapıyı açıyor ki Abu Güneş'i görene kadar oraya yıkılıyor. Orada birkaç saat baygın kaldıktan sonra ayılıyor. Kendine geliyor. Aynı gece rüyasında görüyor. Abu Güneş'i, Abu Güneş Mayıl'ı. Haftalarca, aylarca rüyalarında birbirlerini görüyorlar. Bunlara kırklar şerbetinden içiriyorlar. Birbirlerine hem âşık hem sevdalı. Mayıl günden güne yemeyip içmeyip eriyor. Padişah doktor koymuyor, para koymuyor döküyor. Bu Mayıl'ın hastalığına çare bulamıyor. Ne kadar ziyaret varsa, hoca varsa. Muska yazdırıyor. Ne kadar emek ediyorlarsa da beyhude. Padişah oğlundan ümidi kesiyo. Artık ölecek diyor, bu böyle ölecek. En son çare elmadan olan vezirin oğlu, arkadaşı, ona dediriyo. O da söylettiremiyor.
En sonunda padişah oğlunu karşısına alıyo. Bey Mayıl'ı. Şimdi padişah Bey Mayil'e ne diyecek bakalım: Ah sürünü sürünü de Mayılım Bey Mayıl ah geldim yanına yanına Ne derdin oğlum Mayıl'a Söyle babana söyle babana Nice servetimi sarfettim de oğlum Mayılım kimsenin yoluna senin yoluna Derdin nedir oğlum bey oğlum Söyle babana söyle babana Şimdi aldı Bey Mayıl: Ah derdim büyük de babam şah babam Kimseye denmez kimseye denmez Mayıl kimseye kimseye güvenmez Aman güvenmez İçerim yanıyo da babam, bey babam Ateşim sönmez, sönmez ateşim sönmez Yüreğimi yakar bey babam garum var var benim Garum var benim Aldı padişah: Yaşa oğlum yaşa Mayılım Sen binler yaşa Nüfusum geçiyo dağdan daş Bir kötülüğüm olursa da Mayılım Döneyim daşa döneyim daşa Nedir derdin oğlum Söyle babana söyle babana Aldı Bey Mayıl: Ah derdim ağır da babam şah babam Desem bilirsin desem bilirsin Hançer alır üzerime yüyürsün Beni öldürür de babam Yarim alırsın yarim alırsın Abu Güneş derler Yarim var benim yarim var benim Padişah: “Cellad.” diyor. O arada vezir bize rakip padişahın oğluyla konuşucu diye hazırlanırlarmış:
“Bire padişahım! Sen ne diyon sen. Sen asker kırdırdın o kadar. Öte ettin beri ettin bir kız alamadın. Allah'ı aramaya gittin. Şu kadar rezillik çektin. Allah aşkına sen ne diyon! Elin alamadığın kızı için oğlunun başını vurdurucun. Yok!” diyorlar. “Biz hepimiz sana karşı çıkarız, olmaz.” diyor. neyse padişahın gönlünü ediyorlar. “Öldürmem yalnız gözlerini oydururum.” Ne kadar ettilerse hayır diyor padişah, celladları çağırttırıyor. Mayılın iki gözünü oyduruyor. Gözlerini de ceplerine koyuyorlar. “Kuşkurt dağına bu adamı götürüp koyun. Ellerini de bağlan. Zaten gözleri de kör. Orada kurtlar kuşlar yesin.” diyor.
Yalnız vezir diyor ki: Oğlum sen de git bu giden kafileynen. Mayil'ı orada koyup gelirsen eve gelince senin de kelleni vurdururum.” diyor. “Sen o dağda kuşkurt dağında koyup da gelme! O senin kardaşın sayılır. Beraber doğdunuz, beraber büyüdünüz. Orada beraber öl gene gelme.” diyor. Adamlar Mayıl'ı götürüyorlar. Gözlerini oyup cebine de koyuyorlar gözlerini. Kırk elli tane atlıyla götürüp Kuşgurt dağına atıp elleri de bağlı. Ne kadar ediyor sa vezirin oğlunun da elini ayağını bağlayıp onu da ata sarıyorlar. Onu da getiriyorlar. Geri zaman orada Kuşgurt dağında kalıyor Mayıl. Akşam olunca yalnız Mayil'in atını getiremiyorlar. At teslim olmuyor, gelene gidene vuruyor. At kalıyor orada. Akşam olup hava kararınca ne kadar çakal varsa Mayıl'ı yemeğe geliyorlar. Kolları bağlı; mübarek at, küheylan at Hızır (A.S.) yardımıyla at bacağını karnının altına alıyor Mayil'i. Önüne geleni ön tepiğiyle arkaya geleni arka tepiğiylen bütün ne kadar yırtıcı varsa vurduğunu yıkıyo. Sabahlara kadar Mayil'i kimseye elletmiyor. Orada Mayil Allah'a yalvarıyor: “Allah'ım beni kurtar bu sıkıntıdan. diyor. Cenab-ı Allah Hızır (a.s.) gönderiyor. Hızır aleyhisselam geliyor. İki tane güvercin geliyor oraya. Güvercinler demişler ki: “Şimdi bu adamın gözleri ceplerinde bizim dilimizden bilse de bu gözleri geri yerine koysa. Şu bize tüy dökse de oraya gözlerini sürsek. Bunun gözleri iyi olur.” demişler. Kuşlar yani güvercin Hızır (a.s.) bunları duyuyor. “Kuşlar dökün tüyünüzü!” diyor. Kuşlar tüyünü döküyor. “Mayıl gözlerin cebinde. Çıkar gözlerini cebinden!” diyor. Gözünü yerine koyuyor. O kuşun tüyünden bismillah diye çalıyorlar. Gözleri aynı anda açılıyor. Hızır aleyhisselam: “Mayıl atına bin, bin atına!” Mayıl atına biniyor. Bismillah deyip Hızır (a.s.) da atına biniyor. Mübarek o da biniyor atına Mayil'e diyor dut benim elimden. Havalanıyorlar, Kuşgurt dağından kurtuluyorlar. Uçup gidip korku dağına konuyorlar. Mayile burada dur diyor. “Ben sana şimdi bir saate kadar Abu Güneş'i getiririm. Burada dur” diyor.
Zaten çocuk uykusuz kurdun kuşun korkusundan. Atı da burada yayılıyor. Kendi de oraya uzanıyor. Bir yastık taş koyuyor başının altına. Hızır (a.s.) gidiyor kızın olduğu yere. Kız da cariyelerine çamaşır suyu koydurmuş çamaşır yıkamak için. Kızlar su koyuyorlar. Kendi de kızların başında. Her gözünü yummaya Bey Mayıl'i görüyor karşısında. kız da orada gayet mahsun gönlü kırık orada çamaşırcıları yanında. Duruyormuş. Hızır (a.s.) konuyor: “Kızım ben Hızır (a.s.) Mayıl'ı Kuşkurt dağına atttılar. Oradan kurtardım. Korku dağına getirdim. Babanın eski bağı ora. Koru dağa getirdim. Mayıl seni orada bekliyor. Hemen bin terkine.” diyor.
Zaten Abu Güneş, Mayıl lafını duyunca hemen sıçrayıp biniyor. Yanına da bir şey almıyor. Başında bir altın tarak kalıyor. Saçını bu altın tarakla topluyor. Hızır (a.s.) terkisine biniyor, varıyorlar. Korku dağına. İniyor Abu Güneş. “Mayıl git yanına konuşun. Anlaşın. Bütün anlaşılmazınızı alın. Yalnız ileri gitmen.” diyor. Kıza varıyor ki Mayıl onların geldiğini duyunca işi uyumuşluğa vuruyor. Şimdi orada Abu Güneş aldı bakim ne diye Bey Mayıl'e :
“Ben Mayil'i buldum,buldum Gorku dağında, gorku dağından Bülbüller ötüşür Mayilim Sabah çağında, sabah çağında Kalkmış Mayilim, Mayilim Uyan Mayil uyan Mayil Kadının ben olayım Kölen ben olayım Ah bir ay doğdu da ilk akşamdan yücede Şavkı vurdu pencereye neden bocadan, uyan Uykusuz mu kaldın Mayilim dünden geceden Uyan Mayil uyan Mayil Kadının ben olayım Kölen ben olayım Ah yaşa Mayil yaşa Mayil Sen binler yaşa sen binler yaşa Neçe işler geldi Mayilim Sağ olan başa, sağ olan başa Bir su veren yok mu Mayilim, Mayilim Abu Güneşe Uyan Mayil uyan Mayil'e Kadının ben olayım Kölen ben olayım
O zamana kadar Mayil hemen kaltığınan sarıldılar, hasret giderdiler, kucaklaştılar. Artık gençler her türlü muradına kavuştu.
Vakti gelince gel Abu Güneş dedi seni götürücüm. Abu Güneşle Mayil ayrılırken sana verecek bir şeyim yok dedi Abu Güneş. Şu başımdaki tarağı al dedi. Başındaki tarağı Bey Mayil'e verdi. Mayilin de bir şeyi yoktu ona verecek. Hızır (a.s) terkisine bindi. Abu Güneş. Mayıl orada baktı kaldı. Şimdi aldı bakalım deyici Bey Mayil:
Gökten yere bir sır indi Ne tez indi ne tez aldı Mayıl burada baktı da kaldıktan Gettin Abu Güneş gettin Balı koyarlar kutuya Güzeller gelmez satıya Gün doğudan gün batıya Gettin Abu Güneş gettin Güneş gitti baka baka Mayil kaldı baka bakalım Bir işimiz kaldı Hakk'a Gettin Abu Güneş gettin
Böyle söyledi Bey Mayil. Tabi bu orada acıktı. Acıkınca Bey Mayil'in karşısına bir geyik çıktı. Orada Bey Mayil'in atı da duruyor, oku da duruyor, yayı da duruyor. Bey Mayil şimdi bu geyiği yakalayayım diye öte seğirtti, beri seğirtti, olmadı. Yakalayamadı. Çok kovaladı geyiği, en sonunda bir uçurumdan aşağı düştü. Bey Mayil'in atı öldü, kendi de her tarafı kırıldı. Sarıkamışlık denen bir çukura düştü. Orada Bey Mail sadece ölmedi her tarafı kırık, perişan oldu. Orada yine Bey Mayil'in aklına Hızır (a.s) düştü. Başladı Allah'a yalvarmaya.
Aldı bakalım Bey Mayil ne diyecek: Ah düştüm de düştüm Kırıldı belim kırıldı belim Tutmaz bir yerim, bir yerim Gözlerin sevdiğim o nazlı sevdiğim Dumanlı dumanlı dağlarda kaldım Sana diyom sana da sana Hey koca nazlı Nerde anarsan orada hazır Gözlerin sevdiğim bozatlı Hızır Dumanlı dumanlı dağlarda kaldım Dumanlı dumanlı dağlarda kaldım Hızır (a.s.) hemen şakıda geliyor. Mübarek elleriyle Mayil'in bütün yarık yerlerini sıvazlıyor. Her tarafı bitiyor. Bismillah deyip kalkıyor. Hızır (a.s.) “Şu yola git Mayil şu yola git.” diyor. “Bu yola gidersen sevdiğin tarafına gidersin.” diyor. Götürmüyor kendi, oraya koyuyor. Mayil şimdi düşüyor yola. Çok gidiyor, çok gidiyor. Aç susuz dağlarda üst baş kirli, perişan. Gide gide bir ufacık şöyle köy gibi bir yer. Bir yolun kenarında üç, beş tane ev. Oradan geçerken orada bir garı. Bu garının altı tane kızı var. Birisi gocaya gitmemiş. O yolu bekliyorken Allah bu yoldan bir bekar geçire de şu kızın birini verem diye. Uzaktan bakıyor ki bir adam geliyor. “Kızlar koşun! Şu adamı yoldan çevirin, iyice bakın! Bari birinizden kurtulurum!” diyor. Garı kızlar gidiyorlar yola: “Kardaş seni anam çağırıyor.” diye yoldan çeviriyorlar. Mayil de zaten aç, perişan. Garı: “Kurbanım, oğlum gel!” diyor. Mayil'e bakıyor tertemiz bir oğlan. Mayil'e yemekler pişiriyor garı. Yediriyor, içiriyor. Yorgunluğu çıktıktan sonra çağırıyor kızları. Kızlar geliyor, şöyle diziliyor. Bunun birini beğen al oğlum! Ne sağa, sola gidicin” diyor. Aldı Bey Mayil bakalım ne diyecek:
Top top olmuş gelen kızlar Gelir hıllanı hıllanı Hiçbirini almam bir pula Gedin hıllanı hıllanı Atın kızın biri Eşe Ver benleri koşa koşa Sarı çiçek mor menekşe Altı kızlar mamayı kızlar Altı kızın biri Dudu O da içerinde yakar odu Yoldurmuş ayvayı turuncu Altı kızlar mamayı kızlar Altı kızın biri inci O da içlerinde genci Koynundaki ayva turuncu Altı kızlar mamayı kızlar Altı kızın biri Fatma Var ibenleri çatma çatma Ayşe de hile gatma Altı kızlar mamayı kızlar Altı kızın biri Yeter O da el değmeyen yatar Altısı da ondan beter Altı kızlar mamayı kızlar Ebem sen de sürmüşsün Eline başına gına vurmuşsun Üç otuz yaşında ebem garısın Var git ebem, almam bir pula.