Kütüb-i Sitte: Hadis 4268
Hadis 4268
Resulullah (sav) ile birlikte Hudeybiye'ye geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resulullah (sav) kuyunun kenarına oturdu. (İyice hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Aleyhissalatu vesselam, bizi bir ağacın altında biat etmeye çağırdı. Önce ben biat ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet halkın ortasında kalınca: "Ey Seleme, biat et!" buyurdu." "Ey Allah'ın Resulü, en başta ben biat ettim!" dedim. "Yine de!" buyurdu. Resulullah (sav) beni çıplak, yani silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi. Sonra bey'at almaya devam etti. Son kişiden de bey'at alınca: "Ey Seleme, sen bana biat etmiyormusun?" dedi. "Ey Allah'ın Resulü, ben sana, başta da, ortada (da olmak üzere) iki kere biat ettim" dedim. "Olsun, yine de" buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat ettim. Sonra bana: "Ey Seleme! Benim sana verdiğim kalkanın nerede?" dedi. "Ey Allah'ın resulü dedim, amcam Amir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm üzerine Aleyhissalatu vesselam güldü ve: "Sen," dedi, "vaktin birinde adamın dediği gibisin: "Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi nefsimden daha sevgili olsun?" Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle ki, birbirimize gidip gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. Ben Talha İbni Ubeydillah (ra)'ın hizmetçisi idim. Atını sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü) Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve ailemi terketmiştim. Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık. Ben bir ağacın yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke halkından dört müşrik yanıma geldi. Resulullah (sav)'a hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir başka ağacın dibine geçtim. Silahlarını ağaca asıp yattılar. Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle sesleniyordu. "Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!" Hemen kılıncımı çekip, bu uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp silahlarını aldım, elimde deste yapıp, sonra da: "Muhammed'in yüzünü mükerrem kılan o Zat'a yemin olsun, sakın sizden kimse başını kaldırmasın, iki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!" dedim. Sonra onları sürerek Resulullah (sav)'a getirdim. O sırada amcam Amir (ra) da Abelat'tan Mikrez denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam onlara bir nazar edip: "Bırakın onları, fücurun başı da sonu da onların olsun!" dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şu ayeti indirdi: "O sizi Mekke'nin kanunda (hududu içinde) onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi." (Fetih 24-26). Sonra Medine'ye müteveccihen oradan ayrıldı. Beni Lihyan ile aramızda bir dağın yer aldığı bir yerde konaklardık. Beni Lihyan'ın hepsi müşrik idi. Aleyhissalatu vesselam geceleyin dağa tırmanacak kimseye istiğfarda bulundu. Sanki o kimse Resulullah (sav)'ın ashabının gözcülüğünü yapacaktı. O gece iki veya üç kere dağa çıktım. Sonra Medine'ye geldik. Resulullah (sav) yük develerini, beraberinde, ben de olduğum halde, hizmetcisi Rabah ile gönderdi. Ben onun maiyyetine Talha İbni Ubeydillah (ra)'ın atı ile çıktım. Ben atı develerle birlikte kırasıya götürüp getiriyordum. Sabahleyin bir de ne göreyim! Abdurrahman el-Fezari, Resulullah (sav)'ın develerini yağmalamış, hepsini götürmüş, çobanı da öldürmüş. "Ey Rabah!" dedim, "şu atı al; durumu Talha İbni Ubeydillah'a bildir, Resulullah'a haber ver ve de ki: "Müşrikler mer'adaki sürüyü yağmaladılar. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak Medine'ye yönelip üç defa nida ettim: "Ey Sabahım!" Sonra adamların arkasından ok atmak üzere çıktım ve şunları da terennüm ediyordum: "Ben İbnu Ekva'ım, bugün alçakların vay haline! Onlardan birine kavuştum ve semerine bir ok attım. Hatta okun kanadı omuzuna değdi. "Al bunu!" dedim. Ben İbnu'l-Ekva'ım, Bugün alçakların vay haline! Vallahi onlara atıyor ve yaralıyordum. Bir atlı bana dönecek olsa, bir ağaca gelip dibine oturuyordum. Sonra tekrar atıyordum. Derken dağ(ın vadisi) daraldı. Dar yere girdiler. Ben, dağa tırmandım. Onlara taş atmaya başladım. Böylece onları takib etmeye devam ettim. Öyle ki, Resulullah (sav)'ın hayvanlarından Allah'ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki arkama almamış olayım. Böylece müşrikler benimle hayvanların arasından çekildiler. Sonra onlara ok atarak arkalarını takip ettim. Nihayet otuzdan fazla bürde ve otuz mızrak bıraktılar. (Hızlı kaçabilmek için) hafiflemek istiyorlardı. Bir şey atacak olsalar, üzerine taşlardan nişan koyuyordum. Ta ki, Resulullah ve ashabı onları tanısın. Böyle gide gide dar bir dağ yoluna geldiler. Bir de ne görsünler! Yanlarına Bedr el Fezari'nin falan oğlu gelmiş. Hemen kuşluk yemeği yemek üzere oturdular. Ben de bir tümseğin üzerine oturdum. Fezarî: "Şu gördüğüm de ne?" diye sordu. "Bununla başımız belada! Vallahi sabahın köründen beri peşimizde. Bize durmadan atıyor. Elimizde ne varsa çekip aldı" dediler. "Öyleyse sizden ona dört kişi gitsin!" dedi. Böylece bana müteveccihen dört kişi ayrıldı ve dağa tırmandı. Bana konuşma imkanı verdikleri vakit, onlara: "Beni tanıyor musunuz?" dedim. "Hayır, sen kimsin?" dediler. "Ben Seleme İbnu'l-Ekva'ım, Muhammed'in yüzünü şereflendiren Zata yemin olsun sizden kimi istesem mutlaka yakalarım. Ama sizden kimse beni yakalayamaz!" dedim. Onlardan bir adam: "Ben biliyorum!" dedi ve geri döndüler. Ben yerimden ayrılmadım. Derken Resulullah (sav)'ın atlılarını, ağaçların arasına girerken gördüm. En önde el-Ahram el-Esedi, arkasında Ebu Katade el-Ensari, onun arkasında el-Mikdad İbnu'l-Esved (ra) ardı. Ahram'ın atının gemini tuttum. (Bu sırada) küffar dönüp gitti. Ahram'a: "Ey Ahram! Bunlardan sakın. Resulullah ve ashabı gelinceye kadar yolunu kesmesinler!" dedim. Bana: "Ey Seleme! Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyor, cennetin de cehennemin de hak olduğunu biliyorsan, benimle şehadet arasına engel olma!" dedi. Ben de onu bıraktım. Abdurrahmanla karşılaştılar. Abdurrahman'ın atını hemen öldürdü. Abdurrahman da onu yaralayarak öldürdü ve onun atına atladı. Derken Resulullah (sav)'ın üvarisi Ebu Katae (ra) Abdurrahman'a yetişti, yaralayıp öldürdü. Muhammed'in yüzünü şerefli kılan Zat'a yemin olsun, ben onları yaya koşarak takip ettim. Öyle ki, arkamda Resulullah (sav)'ın ashabı ve tozları sebebiyle bir şey görmüyordum. Gün batımı öncesine kadar böyle devam ettik. Bu sırada bir dağ yoluna saptılar, orada Zu-Karad denen bir su vardı. Sudan içmek için sapılmıştı, çünkü susamışlardı. Peşlerinden koşarak gelen bana baktılar. Ben onları bundan uzaklaştırdım, bir damla bile tadamadılar. Oradan çıkıp zorluk veren bir dağ yoluna saptılar. Ben koşup onlardan bir adama yetiştim, omuz kemiğine bir ok sapladım. "Al bunu! Ben İbnul-Ekva'ım. Bugün alçakların vay haline!" dedim. "Anasız kalasıca! Bu, sabahki Ekva'mı?" dedi. "Evet ey kendinin düşmanı! Sabahki Ekva'ım!" dedim. Dağ yoluna iki at bıraktılar. Onları Resulullah (sav)'a getirdim. Amcam Amir İbnu'l-Ekva da birinde sulandırılmış süt diğerinde su bulunan iki kapla bana yetişti. Hem içtim, hem abdest aldım. Sonra Resulullah (sav)'a geldim. Az önce kafirleri başından kovaladığım suyun başında idi. Resulullah (sav)'ı, bütün develeri ve müşriklerden kurtardığım bütün eşyaları, bürdeleri, mızrakları almış buldum. Bilal (ra) da kurtardığım o develerden birim kesmiş, Resulullah (sav)'a ciğerini ve hörgücünü kızartıyordu. "Ey Allah'ın Resulü! Beni bırak, ashabtan yüz kişi seçip müşrikleri takip edeyim, geriye bıraktıkları bütün habercilerini geberteyim!" dedim. Resulullah (sav) yan dişleri gündüz ışığında görününceye kadar güldü. "Ey Seleme! buyurdu, kendini bunu yapabilecek güçte görüyor musun?" "Evet dedim, seni şerefli kılan Zat'a yemin olsun! Evet!" "Şimdi onlara Gatafan yurdunda ziyafet verilmektedir" dedi. Derken Gatafanlı bir adam geldi ve: "Onlara falan kişi bir deve kesmişti, derisini soyar soymaz bir toz gördüler ve: "Düşman size de gelmiş" deyip kaçıp gittiler" dedi. (Geceyi orada geçirdik.) Sabah olunca Resulullah (sav): "Bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de Seleme idi" buyurdu. Resulullah (sav) bana iki hisse verdi: Biri süvari hissesi, biri de piyade hissesi idi. Bana bu iki hisseyi de vermişti. Sonra Resulullah (sav) devesi Adba'nın terkisine beni alarak Medine'ye müteveccihen hareket etti. Biz yolda giderken, yaya yürüyüşünde hiç kimsenin kendisini geçemediği Ensar'dan bir adam: "Medine'ye kadar yarış yapacak var mı; koşucu yok mu? demeye başladı. Bu sözünü habire tekrar ediyordu. Sesini işitince: "Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiç bir şerefliyi saymaz mısın?" dedim. "Resulullah (sav) hariç hayır!" dedi. Ben (sav)'a yönelip: "Ey Allah'ın Resulü! Annem babam sana kurban olsun, bana müsaade buyurun, şu adamla yarışayım!" dedim. "Sen bilirsin!" buyurdular. Adama: "Geliyorum hazır ol!" dedim. Ayaklarımı ayarlayıp sıçradım, koştum. Nefesimi canlı tutmak için bir veya iki tepede kendimi tuttum. Sonra yine onun peşinden koştum. Yine bir-iki tepede kendimi tuttum. Sonra yetişmek ve omuzları arasına dokunmak için (tabanları) kaldırdım. [Ve dokundum]. "Geçildin, vallahi seni geçtim!" dedim. "Biliyorum!" dedi. Medine'ye varıncaya kadar onu geçtim. Vallahi Medine'de üç gece kalıp, Resulullah (sav) ile birlikte hemen Hayber'e gittik. Yolda amcam Amir İbnu'l-Ekva, halka şu beyitleri terennüm etti: "Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık. Ne sadaka verir ne de namaz kılardık. Biz senin fazlından müstağni değiliz. Düşmanla karşılaşınca ayağımıza sebat ver. Üzerimize sekine (kuvve-i manevi) indir." Resulullah (sav) "Bu da kim." dedi, Amcam: "Ben Amir İbnu'l-Ekva" cevabını verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Mağfiret göresin Ey Amir!" diye dua buyurdu. Resulullah (sav) bir kimseye mağfiret dilediğinde bulundu mu mutlaka şehid olurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu'l-Hattab (ra) kendi devesinin üstünde seslendi. "Ey Allah'ın Resulü! Keşke bizi Amir'le faydalandırsan!" Hayber'e vardığımız zaman, kralları Merhab kılıncı elinde (karşımıza) çıktı. Şöyle i söylüyordu: "Hayber bilir ki ben Merhab'ım. Silahı tamam tecrübeli bir kahraman. Savaş olunca alevlenen bir yiğit!" Amcam Amir (ra) da ilerleyip şunları söyledi: "Hayber benim de Amir olduğumu bilir. Silahı tam yiğit kahraman." Hemen iki darbe birbirine girdi. Merhab'ın kılıncı amcam Amir'in kalkanının içine rastladı. Amir onu alttan vurmaya yeltendi. Ama kılıcı kendine döndü ve ana damarını kesti. Ölümü de bundan oldu. (Bir ara) dışarı çıktım. Bir de ne göreyim! Resulullah (sav)'ın ashabından birkaç kişi: "Amir'in ameli batıl oldu, o kendi kendini öldürdü!" demezler mi! Hemen ağlayarak Aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldim. "Ey Allah'ın resulü! Amir'in ameli batıl mı oldu?" dedim. "Bunu kim söyledi?" buyurdular. "Ashabınızdan bazıları!" dedim. "Bunu kim söylemişse yanılmış. Bilakis onun ecri iki kattır!" buyurdular. Sonra beni Ali İbnu Ebi Talib (ra)'e gönderdiler. O gözünden hasta idi. Bu arada Aleyhissalatu vesselam: "Sancağı yarın öyle bir zata vereceğim ki Allah ve Resulü'nü sever; Allah ve Resulü de onu sever" dedi. Ali'ye geldim, gerçekten gözünden rahatsızdı. Onu yederek getirdim. Resulullah (sav) gözlerine tükürdü. Anında iyileşti. Sancağı ona verdi. Sonra Merhab çıktı. Şöyle demeye başladı: "Hayber bilir ki ben Merhab'ım. Silahı tamam tecrübeli bir kahraman. Savaş olunca alevlenen bir yiğit!" Ali (ra) da şöyle dedi: "Ben, annemin arslan dediği kimseyim. Ormanların çirkin manzaralı arslanı gibi. Düşmanlara kilo ile ton tartarım." Sonra Merhab'ın başına bir darbe indi ve onu öldürdü. Hayber onun eliyle fethedilmişi!