İğdır şehir merkezinin 36 km. doğusunda, Ağrı Daği'mn kuzey yamacında bölgeye hâkim bir tepe üzerinde yer almaktadır.
Kalenin ilk yapım evresi ve hangi uygarlık zamanında yapıldığı bilinmiyor. Ancak kalenin varlığının 1064 yılından öncesine dayandığı, bu tarihte Büyük Selçuklular tarafından fethedildiği bilinmektedir74.
Ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmeyen İğdır Kalesi, (İğdır Korganı)' nın adı kaynaklarda da pek sık geçmemektedir. Bu kale hakkındaki bilgileri ancak sınırlı sayıdaki kaynaklardan öğrenebilmekteyiz. Bunlardan birinde kalenin fethi şöyle anlatılmaktadır. Şehzade Melih Şah ordusu, Ani Vilayeti' nde (Aras'ın sağında ) Rumların elinde bulunan bir kal'a ya ( İğdır Korganı'na )75 hücum ettiler kî, orada Rumların okçuları bulunuyordu. Bunlar Müslüman askerlerden birçoğunu öldürdüler. Sonra Nizamülmülk ve Horasan-Amidi atlarından indiler, piyade oldular. Sultan Melih Şah bir ok atarak Kal'a nın Emİri'ni boynundan vurdu. Kâfirler, taşla müdafaa ettiler; nihayet yüksek bir tepeye (Ağrı Dağı'na) doğru gittiler, kaçtılar, dağların tepelerine doğru tırmanıp çıktılar. İslam askeri galip gelerek, (kalede buldukları müdafilerin) hepsini kılıçtan geçirdiler, hiç birini sağ bırakmadılar. Buna müteakip Melih Şah, Sürmari denilen kal'a ya gitti. Bu kal'ada akarsular ve bostanlar vardı, burasını da fethetti"76.
İspanya kralı tarafından Timur'a gönderilen elçi Clavijo, 1404 yılı Mayıs ayında gördüğü İğdır Kalesi ve Ağrı Dağı'nı şöyle anlatmaktadır. "Ertesi gün (Cuma) Sürmari'den hareket ettik. Yolda, bir kayalık üzerinde kurulmuş kaleye rastladık. Dul bir kadın bu kalenin sahibesi idi ve Timur'a vergi veriyordu. Eskiden burada eşkıya barınmaktaymış. Ve bunlar, o civardan gelip geçen yolcuları soymakla geçiniyorlarmış. Timur buradan geçiyorken, kaleye hücum ederek zaptetmiş ve eşkıyanın reisini öldürtmüş. Sonra da kaleyi reisin zevcesine bırakmış. Timur giderken, kalede tekrar eşkıya barınmaması için bütün kapıları söktürmüş ve bir daha buraya kapı yapılmamasını emretmiş. Biz buraya vardığımızda, gerçekten kapı namına bir şey yoktu. Bu kalenin ismi İğdır'dır. Ararat Dağı'mn ucunda bulunan bu kale, Hazreti Nuh tarafından yapılmış olan geminin tam durduğu yerdedir. Bu Ararat Dağı da Trabzon'dan beri gördüğümüz diğer dağlar gibi çırılçıplaktır. İğdır Kalesi'nin sahibesi bize çok iyi misafirperverlik gösterdi, o gece ağırladı ve bütün ihtiyaçlarımızı temin etti.31 Mayıs cumartesi günü İğdır'dan yola çıkarak, Nuh'un Gemisi' nin durduğu dağa vardık. Bu dağ son derece yüksek ve tepesi kar ile Örtülüdür. Her tarafa kar yağmıştı ve vadiier çıplaktı. Buralarda orman yok. Bununla beraber yerlerde bol çayır, çalı vardır ve bunlar arasında birçok ırmak akmaktadır. Dağın arkasmdaydık ve yolda bir takım harabe ile gayet iri taşlardan yapılmış temellere rast geliyorduk. Dağın eteğindeki vadilerde bazı böcekler bulunmaktaydı ki, bunlarla ipekler kırmızıya boyanırmış. Tepeler üzerinde bir şehir harabesi gördük. Buranın asırlardır boş bulunduğu anlaşılıyordu. Harabe enkazı bir fersah kadar uzanmaktaydı. Buralarda rastladığımız insanların bize bildirdiğine göre, bu enkaz Hz. Nuh'un Oğullan tarafından inşa olunan şehir kalıntısıdır.
Bu harabenin aşağısında uzanan ova içinden suyolları geçiyordu. Ötede beride ağaçlar vardı. Her tarafta pınarlar fışkırmaktaydı.
Ararat Dağı'nın çok yüksekte ve dik bir zirvesi vardır. Bulutlardan dolayı bu zirveyi göremiyorduk. Burası yaz kış böyle sis içindedir. Sebebi dağın yüksekliğidir. Bu gün burada, hoş bir fıskiyenin karşısında dinlendik. Sular bir kayadan fışkırıyordu. Biz burada otururken bulutlar dağıldı. Ve bütün dağ silsilesinin tepelerine kadar görebilmek imkânı elde ettik. Çok geçmeden bulutlar tekrar toplandı ve her tarafı kaplayıp kapattı. Ararat'ın zirvesine yakın olarak küçük Ararat'ın zirveleri görünüyor. Bu dağın zirvesi dimdiktir. İki dağın arası bir heybeye benziyor. Bize anlatıldığına göre, Nuh'un gemisi burada durmuştu. İki Ararat zirvesi arasında heybe gibi uzanan yer daima karla kaplıdır"77.
Ağrı Dağı'nın hemen kuzey tarafında bulunan kale bütün bölgeye hâkim, kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Kale bugün oldukça harap durumundadır. Günümüze sur duvarlarından çok az kalıntı ulaşabilmiştir. Günümüze ulaşabilen kalıntılardan yola çıkarak, güç te olsa kalenin ve şehir yerleşiminin genel bir profilini çıkarmak mümkündür. Buna göre kale iç ve dış olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Günümüze ulaşan kalıntılardan dış kalenin Ağrı Dağı'nın kuzey tarafına, yani güneye doğru uzandığı anlaşılmaktadır. Geniş bir alanı kaplayan kalede yaptığımız incelemelerde çeşitli ebattaki taşlarla değişik duvar örgü sistemi tespit ettik.2 metreye yaklaşan duvar kalınlığı ile surların temellerinde Urartu dönemini hatırlatan büyük blok taşların kullanıldığı görülmektedir
Kalede yaşayanların yiyecek ve su ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan bu mimari yapılardan erzak deposu, ortadaki daha küçük olmak üzere üç bölüme ayrılmış olup, düzgün kesme taşlarla örülmüştür. Bugün yıkık durumda olan erzak deposu ancak bir fikir verebilecek ölçüde günümüze ulaşabilmiştir. Erzak deposuna hemen bitişik inşa edilen su kuyularından bir tanesi büyük oranda dolmuş olup bir fikir vermemektedir. Diğer su kuyusu ise kısmen dolmuş olup, düzgün siyah taşlarla yapılmış ve içerisi Horasan harcıyla sıvanmıştır. İç kalede bu erzak deposu ve su kuyularından başka bir mimari yapının varlığı belli olmamaktadır. Kalenin genelinde ayakta kalabilen surların en büyük parçası iç kalede karşımıza çıkan ve düzgün kesme taşlarla yapılmış olan yuvarlak formlu kuledir.
Kavimler arsında el değiştirerek tarihi bilinmeyen bir geçmişten 1664 yılma kadar gelen İğdır Kalesi ve Şehri, 1664 baharında çok şiddetli ve korkunç bir depremle sarsılmış. Şiddetli deprem yedi gün yedi gece sürmüş. Bölge dâhil, Azerbaycan'da elli binden fazla insan hayatını kaybetmiş. Kale ve şehir yıkılıp, yerle bir olmuştur78. Depremden sağ kurtulanlar bugünkü İğdır'a gelip yerleştiler ve ovada İğdır'ı aynı adla tekrar kurdular.